Piyasa Ekonomisi Nedir?
Niteliği ve Tanımı
Öncelikle ifade edelim; piyasa ekonomisi, niteliği itibariyle, tıpkı alternatifleri gibi; insanların, iktisadi faaliyetlerini koordine etmek üzere kendiliğinden oluşturdukları bir iktisadi örgütlenme biçimidir. Marksist Literatürde, iktisadi örgütlenme biçimlerine; ‘üretim tarzı’ da denilmektedir. Piyasa ekonomisini tanımlayacak olursak: Piyasa ekonomisi, özel mülkiyetin var olduğu ve devir edilebildiği, işbölümünün bulunduğu ve iktisadi ajanın müteşebbis olduğu, sözleşme ve girişim özgürlüklerinin tanındığı, özel teşebbüsün esas alındığı, rekabetçi serbest fiyatların kaynakları desantralize şekilde tahsis ettiği, bir gönüllü mübadeleler yumağı olup; bu gayrişahsi ve kendiliğinden oluşan sürekli dev açık artırmaya veya iktisadi örgütlenmeye, neticede tüketiciler egemendirler.
Burada üç hususa hemen işaret edelim: Bunlardan;
(i) ilki, piyasa ekonomisinin alternatifleri ve kendi türlerinin neler olduğu ve bunlar arasında geçişi neyin sağladığıdır.
(ii) İkincisi ise; piyasa ekonomisinin varolması için gerekli ortamın koşulları ya da altyapısıdır.
(iii) Üçüncüsü ise, piyasa ekonomisinin kurumlarıdır.
Piyasa Ekonomisi’nin Alternatifleri ile Türleri
Bugün, küreselleşme çağında, piyasa ekonomisi alternatifsiz sayılsa bile; tarihen veya geçmişten miras kalmış günümüzdeki alternatifleri bulunmaktadır. Bunlar
(i) Sosyalizm: Merkezi Planlama, Piyasa Sosyalizmi,
(ii) Karma Ekonomi: Devletçilik (= planlama +KİT’ler) ağırlıklı, özel teşebbüs ağırlıklı,
(iii) Piyasa Ekonomisi: Serbest Piyasa Ekonomisi, Sosyal Piyasa Ekonomisi
Bu konuda iki ana eğilim mevcuttur.
(a) Öncelikle Sosyal Piyasa Ekonomisi, özellikle Alman uygulamasından kaynaklanan bir terim olup; liberal piyasa ekonomisi ile Hıristiyan Demokrat Partinin cemaatçi sosyal dayanışma geleneğinin birleştirilmesi ile elde edilmiştir. Bir başka deyişle, Sosyal Piyasa Ekonomisi ( = piyasa ekonomisi + sosyal refah hizmetleri) olarak tanımlanabilir. Serbest Piyasa Ekonomisi ( = piyasa ekonomisi + sosyal güvenlik ağı) şeklinde özetlenebilir. Anlaşıldığı üzere sosyal piyasa ekonomisi, piyasa mekanizması yanında sosyal refah hizmetlerini de kapsar. Bu sosyal refah hizmetlerini; eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut, çevre koruma olarak sayabiliriz. Ancak öncelik devlette değil, piyasa ekonomisindedir. Bu açıdan bakıldığında Muhafazakârların sosyal piyasa ekonomisi, Sosyal Demokratların sosyal refah devletinden ayrışır. Oysa Liberallerin serbest piyasa ekonomisinde Sosyal Güvenlik Ağı için söz konusu olan, toplumun en yoksul kesimini asgari bir geçim düzeyinde tutmak için; tercihen geçici ve pirim esasına dayanan sigorta yaklaşımı ile devletçe himayesidir. Sosyal refah hizmetleri yaklaşımında devlet, bir kamu hizmeti olarak piyasa gelir dağılımını yeniden dağıtmayı ve eşitlik yönünde değiştirmeyi, bir görev olarak kabul etmektedir. Güvenlik ağı (safety net) yaklaşımında ise; devletin görevi veya kamu hizmeti, gelir dağılımını değiştirmek değil; yurttaşların gelirinin belli bir minimumdan aşağıya düşmesinin yani mutlak yoksulluğun önlenmesi, kısacası sosyal dayanışmadır. Piyasa ekonomisi içerisinde de; sosyal piyasa ekonomisinden, serbest piyasa ekonomisine doğru bir geçiş eğilimi gözlenmektedir.
(b) İkincisi, 20. Yüzyıl içerisinde ortaya çıkan ve günümüzde de devam eden bir başka eğilim, piyasa ekonomisine geçmeyen ekonomilerin yani alternatiflerinin, küreselleşme çağında, açık ekonomiler dünyasında artık rekabet olanağının bulunmadığıdır. Bir başka deyişle; küresel pazarda ekonomilerin varolmaları, neticede rekabet edebilmelerine ve rekabet edebilmeleri ise; piyasa ekonomisi olmalarına yani piyasa güçlerinin serbest işleyişine izin vermelerine bağlıdır. Dolayısıyla soğuk savaş döneminin kapalı ulusal ekonomileri içerisinde geliştirilen sosyal refah devleti, günümüz küresel pazarındaki rekabet karşısında, çökme sinyalleri vermektedir. Küresel piyasada sermayenin hareketliliği ve Çin ve Hindistan gibi ucuz işgücü ülkelerinin Dünya Pazarına açılmaları, sosyal regülasyonları ile gelir ve fiyatlar politikalarını geçersiz kılmaktadır. Dahası, küresel ekonominin rekabetçi yapısına ve piyasa güçlerinin işleyişine ayak uyduramayan piyasa ekonomisinin alternatiflerini benimsemiş ülkeler, ekonomik kriz denilen bir çöküntü ile karşılaşmaktadırlar. İşte bu konjonktürel olmayan yani yapısal ekonomik krizle boğuşan ülkelere verilen ad; ‘Geçiş Ekonomisi’dir.
Geçiş Ekonomisi Kavramı
Geçiş Ekonomisi, piyasa ekonomisinin alternatifleri olan sosyalist veya karma ekonomilerin; küreselleşme çağında ve açık ekonomi koşullarında, kendilerini piyasa ekonomisine uyarlamaları sürecine verilen addır. Aslında yukarıda değinildiği üzere; sosyalist veya karma ekonomilerin piyasa ekonomisine geçmeye uğraşmaları, bilimsel gerçekleri kavramaları sonucunda kendi rızalarıyla olmamaktadır. Bir başka deyişle, geçiş ekonomisi sürecini başlatan, piyasa ekonomileri ile alternatifleri arasındaki rekabet sonunda, ikinci guruba dahil ülkelerde iktisadi krizin ortaya çıkması; böylece karma ve sosyalist ekonomik örgütlenmelerin çökerek işlevlerini yitirmesidir.
Geçiş Ekonomileri’nin temel özellikleri şunlardır: Alternatif sistemlerin, yarattıkları israf nedeniyle küresel rekabeti kaybetmeleri ile kamu açığının, dış açıkla birlikte ortaya çıkması ve mevcut tüketim düzeyini sürebilmesi için iç ve dış borçlanmaya başvurmaları ile yüksek borç servis yükünün taşınamaz hale gelmesinin devalüasyona zorlaması; bunun sonucunda, milli gelirlerinin en az dörtte birini kaybetmeleri ve borç stoğunun milli gelirlerini aşması, dahası yaygın işsizlik ve yoksullaşmadır. Aslında sosyalist ve devletçi karma ekonomilerde; planlama mekanizması etkin ve KİT’ler kârlı olmadıkları için, kamu sektörünün açıklarının iç ve dış borçlanma ile finansmanı; neticede borç servis yükünün taşınamaz hale geldiği sinyalini verince; sıcak paranın yurt dışına çıkmak istemesi ile kurlar üzerindeki baskı sonucu ortaya çıkan devalüasyona paralel olarak, milli gelirde düşme ve işsizlik söz konusudur. Ancak yapısal buhranda, konjonktürel krizlerden farklı olarak; kurların ve diğer makro dengelerin düzeltilmesi ile tekrar ekonomik istikrara, sürekli büyümeye kavuşmak ve işsizlik ile yoksulluğu yok etmek mümkün değildir. Çare, piyasa ekonomisine geçiş, yani yapısal reformlardır. Ancak bu reformların yapılması ve piyasa ekonomisi koşullarına uyum süreci, en az on yıl alır.
Açık Toplum ve Piyasa Ekonomisi
Bir açık toplumun/sivil toplumun, temel kurumları: (a) Demokrasi, (b) Hukuk Devleti, (c) Sosyal Ahlâk Kodu’dur. Bir açık toplumda, tek başına piyasa ekonomisi varolamadığı gibi; etkin biçimde işletilemez. Bir başka deyişle, piyasa ekonomisine tüketicinin egemen olabilmesi, ancak; seçmenin siyasal iktidarı elinde tutması ile mümkündür. Böylece piyasa ekonomisi ve demokrasi iki desantralize karar alma veya oylama süreci olarak birbirlerini tamamlar ve güçlendirirler. Demokrasi, hukuk devleti ve sosyal ahlâk kodu, piyasa ekonomisi için gerekli alt yapıyı oluştururlar.
Demokrasi ve Piyasa Ekonomisi: Bir ülkede demokrasinin varlığı için gerekli olan üç husus, aslında piyasa ekonomisinin varlığı ile mümkündür. Bunlar : (1) Demokrasi için şart olan; Kuvvetler Ayrımı, ‘İktisadi ve Siyasal İktidarların Ayrımı’nın gerçekleşmesini yani piyasa ekonomisinin kabulünü gerektirir. Örneğin devletçiliğin mevcudiyeti, siyasal ve iktisadi iktidarlar tekelini hükümetlere vermekte olup; rant ekonomisine ve popülizme yol açmaktadır. (2) Muhalefet hakkının mevcudiyeti, birden çok siyasal partinin varlığıyla değil; piyasa ekonomisinin ve özel mülkiyetin yani servet sahibi bireylerin bulunması ile mümkündür. (3) Piyasa ekonomisi netice itibariyle özgürlük ve etkinliği bağdaştırabilen tek iktisadi örgütlenme olduğu için; demokrasinin ihtiyaç duyduğu ekonomik sistemdir. Ayrıca demokrasi de, piyasa ekonomisine destek verir: (a) Tüketicinin piyasada ‘kıral’ olabilmesi; seçmenin devlete egemen olmasına bağlıdır. (b) Piyasa ekonomisinin aksaklıklarını gidermek için kurulan devletin, kamu hizmetlerinin etkin olarak temini, oy sandığı mekanizmasına bağlıdır.(c) Piyasa ekonomisi için şart olan ekonomik özgürlüklerin mevcudiyeti, demokrasinin varlığı ile mümkündür.
Hukuk’un Üstünlüğü ve Piyasa Ekonomisi: Burada ‘Hukuk Devleti’ yerine, sivil topluma daha uygun düşen; ‘Hukuk’un Üstünlüğü’ teriminin kullanılması yerinde olur sanırım. Zira hukuk devleti ile kanun devleti karıştırılmaktadır. Alında hukuk, mülkiyetin, kişilik haklarının ve özgürlüklerin, meşru ve kollektif savunması olarak tanımlanabilir: Dolayısıyla, hukukun üstünlüğü için esas olan bazı kurumların varlığı ve bazı evrensel kuralların benimsenmesidir. Bir ülkede hukukun üstünlüğünden bahis edebilmek için; ( i) özel mülkiyet ile (ii) sözleşme özgürlüğü ile birlikte sözleşmelerin yerine getirilmesinde devletin sorumluluğu kurumlarının, ve (a) ‘kanun önünde eşitlik’ ile (b) ‘zulme karşı direnme’ ilkelerinin kabulü gerekir: Bunları kabul etmeyen devletlere, hukuk devleti değil; kanun devleti denilebilir. Örneğin SSCB’nin, Anayasası ve binlerce kanunu olmasına rağmen, hukuk devleti olamamasının temelinde; bu kurumları ve ilkeleri red etmesi yatar.
Sosyal Ahlâk Kodu’nun Piyasa Uyumlu Olması: Belki en çok tartışmalı olan husus budur: Bazıları piyasalar, kendi iş ahlâkını kendisi yaratır ve dışardan bir sosyal ahlâk kodunun empoze edilmesine gerek yoktur; dahası tehlikelidir demektedirler. Diğer bir görüşe göre, Max Weber’den beri Protestan ahlâkı ile piyasa ekonomisi veya kapitalizm arasında bir ilişki olduğu gözlenmektedir. Nitekim bir mübadeleden tarafların yararlı çıkabilmeleri; yeterince bilgi sahibi olmalarına ve sözleşme hükümlerine uymayı benimsemelerine bağlıdır. Eğer sosyal ahlâk veya iş ahlâkı, dürüst olmayı ve ‘ahde vefa’yı öğütlüyorsa, sözleşme hukukundan önce piyasaları işletecek bir kurum mevcut demektir. Ayrıca örneğin sosyal ahlâk kodunun ‘faiz’e karşı olduğu bir toplumda, malî sektörün kurulabilmesi ve bunun reel sektörü finanse edebilmesi mümkün değildir. Böylece piyasa uyumlu bir sosyal ahlâk kodu; piyasa ekonomilerinin etkin işletilebilmesi için, pozitif dışsal ekonomi yaratır.
Piyasa Ekonomisi’nin Kurumları
Piyasa Ekonomisi’nin kurumlarını, tanımından hareketle şöyle sayabiliriz: (i) özel mülkiyetin varlığı ve özel mülkiyetin devir edilebilir olması, (ii) iktisadi ajan olarak müteşebbisin kabulü ve desteklenmesi, (iii) mübadele ve sözleşme özgürlüğü, (iv) iş bölümünün mevcudiyeti, (v) serbest fiyatların tüketici tercihleri ile belirlenmesi (vi) piyasalara giriş ve çıkışın serbest bulunması ( vii) piyasa aksaklıklarının giderilmesi ile sınırlı bir devletin ve vergi yükünün mevcudiyeti (vııı) tüm ekonomik özgürlüklerin temini (ix) piyasa disiplini veya piyasa müşevviklerinin varlığıdır.
Piyasa ekonomisi temelde dört kurumla ile başlatılabilir: Bunlar özel mülkiyetin varlığı, mübadele serbestisi, müteşebbisin iktisadi ajan olarak benimsenmesi ve iş bölümüdür. Genel anlamda piyasa, mübadelelerin yapıldığı yani özel mülkiyetin devir edildiği yere verilen addır. Dolayısıyla bir piyasa ekonomisinin temelinde mübadele serbestisi yatar ve bunun için de; sözleşme özgürlüğü ile özel mülkiyetin varlığı ve devir edilebilir olması gerekir. Mübadeleyi örgütleyen, kâr amacı ile hareket eden müteşebbistir. Müteşebbis, tüketicilerce mübadeleler aracılığıyla ihtiyaçlarını tatmin etmeyi başardığı ölçüde kâr ile ödüllendirilen, iktisadi ajana verilen addır. Refah Ekonomisi’nin birinci teoremine göre rekabetçi piyasa mekanizması, merkezi bir yönlendirmeyi gerektirmeden, bir ekonominin kaynaklarını en etkin şekilde tahsis edebilir: Kısacası piyasa ekonomisi, alternatiflerine bakışla en yüksek milli geliri yaratır. Bu sonuca, A.Smith’in ‘görünmez el’ mucizesi de denilir.
Bilindiği gibi toplam faktör verimliliği, iş bölümü yelpazesine ve işbölümü de piyasanın hacmine bağlıdır. Piyasadaki mübadele hacmi büyüdükçe; iş bölümü artar ve toplam faktör verimliliği yükseldiği için, milli gelir yükselir. Aslında müteşebbisler, yeni mübadele olanakları yaratarak yani ekonomide mevcut dışsallıkları içselleştirerek kâr eden iktisadi ajanlardır. Bir başka deyişle, eğer bir piyasada serbest tüketici tercihleri mevcut ve mübadele serbestisi var ise; müteşebbisler arasında kâr için yapılan rekabet, en etkin kaynak tahsisini sağlar. Devletin tüm yapması gereken şey; piyasalara müdahale değil; mübadelenin teşviki olmalıdır.
Türkiye Ne Kadar Piyasa Ekonomisi’dir?
Bir Geçiş Ekonomisi Olarak Türkiye
Türkiye devletçi/ karma ekonomiden, piyasa ekonomisine geçmeye uğraşan, fakat 1980’lerden beri bu süreci tamamlayamayan, bir geçiş ekonomisidir. Nitekim, mevcut ekonomik kriz, küreselleşme çağında karma ekonomiden piyasa ekonomisine geçişteki gecikmenin, maliyeti olarak ortaya çıkmıştır. Devletçilik ile kastolunan, planlama ve KİT’lerin, kaynak tahsisi mekanizması ve devlet teşebbüsleri olarak kamu sektörünü oluşturmalarıdır. Türkiye’de piyasa ekonomisine geçiş için özelleştirme denilen bir sürecin tamamlanması gerekirdi: Böylece kamu sektörünün tasfiyesi ile; mülkiyet rejiminin değişmesi, kaynak tahsisi mekanizmasının planlamadan, piyasaya dönüştürülmesi, iktisadi müşevviklerin değişimi, iktisadi ajanın bürokrat yerine mütebbis olarak kabulü, firmanın amaç fonksiyonunun kâr şeklinde belirlenmesi ve neticede karma ekonominin, piyasa ekonomisine tahvili beklenirdi. Bunlar yapılamadığı için; ortaya çıkan israf, kamu sektörü açıkları şeklinde ve artan borç yükü ile finanse edilmektedir. Bugüne kadar alınan önlemler; makro dengelere ait olup, malî önlemdir: Henüz yapısal dönüşümler başarılamadığından, Türkiye bir geçiş ülkesidir. Ancak piyasalarda bu gecikmenin yarattığı riskler artmaktadır.
Türkiye’de Kamu Sektörü ve Piyasa Ekonomisinin Hacimleri
Türkiye’de Konsolide Kamu Sektörü’nün hacmine ilişkin ciddi hesaplamalar, IMF’ye verilen niyet mektupları ile başlamış olup; henüz kamuya yapılan resmi bir açıklama yoktur. Ancak OECD’nin yöntemini kullanarak; kamu sektörü öğelerini alt alta yazıp toplayarak, bu hacmi kendimiz de 2002 yılı için tahmin edebiliriz:
Konsolide Bütçe Harcamaları / GSMH % 42,6
KİT Harcamaları/ GSMH % 13,8
Mahalli İdarelerin Harcamaları/ GSMH % 3,97
Sosyal Güvenlik Kuruluşları/GSMH % 10,4
Fonların Harcamaları/GSMH % 0,7
Döner Sermayelerin Harcamaları/GSMH % 2,18
Toplam % 73,65
Bir başka deyişle, Türk Ekonomisi’nin veya GSMH’nın yaklaşık % 70’inin kamu kesimi denetiminde olduğu veya ancak % 30’unun piyasa ekonomisi tarafından temsil edildiği söylenebilir. Muhtemelen kayıt-dışı ekonomi rakamları GSMH’ya yani paydaya eklenince bu oranlar değişip piyasanın hacmi artabilir; ancak kayıt-dışı devlet dikkate alındığında, piyasa ekonomisinin hacmindeki artışın, çok fazla olmayacağı ve ekonominin yarısından fazlasının hâlâ kamu sektörü tarafından temsil edilmeye devam edeceğini iddia edenler de vardır. Henüz sonuçların alınmadığı 2003 yılı için kesin bir şey söylenemese de; 2002 yılı sonuna kadar IMF ile yürütülen istikrar programının, eldeki verilere göre kamu sektörünü şişirdiği yani devleti büyüttüğü anlaşılmaktadır: Bu husus, istikrar programının amacı ile taban tabana zıt bir durumdur. Bu noktada piyasa ekonomisine geçişteki gecikme, özel teşebbüslere risk olarak yüklenmektedir. Ayrıca rekabetçi bir piyasa ekonomisine sahip bulunmak, AB üyeliği açısından, Kopenhag kriteri olduğu gibi; ekonomik krizden çıkışın da yoludur.
Türkiye’de Piyasa Ekonomisine Geçiş için Yapılması Gerekenler
Türkiye, demokratikleşme sürecinde sadece siyasal hak ve özgürlükleri artırmakla yetinemez. Ekonomik demokratikleşme de gerekir. Aksi halde; piyasa ve devlet arasındaki denge, devlet ağırlıklı olarak devam edecek demektir. Piyasa ekonomisine geçiş için bu amaçla; ekonomik, siyasi, hukuki ve sosyal ahlâka ilişkin önlemlerin alınması beklenmelidir.
Türkiye’de Piyasa Ekonomisine Geçişte Alınması Gereken Önlemler:
Ekonomik Önlemler:
1. Özelleştirme tamamlanıp, piyasa büyütülmeli.
2. Ekonomik ve siyasal iktidarlar ayrıştırılmalı.
3. Vergi sistemi piyasa ile uyumlu kılınmalı: Vergi ve pirim yükü piyasanın taşıyacağı düzeye çekilmeli.
4. Endüstri ilişkileri, sınıf /ideolojik çatışmadan, piyasa ile uyuma kaydırılmalı
5. Üniversiteler müteşebbis fidanlığı kılınmalı ve teşebbüs arzı artırılmalı
6. Maastricht ve Kopenhag Kriterleri karşılanmalı.
Siyasal Önlemler:
1. Devletin ekonomik hacmi küçültülmeli
2. Denk bütçeye geçiş için, kamu hizmetinin tanımı yapılmalı.
3. Çoğunlukçu demokrasiden, Anayasal demokrasiye geçilmeli
4. Kayıt dışı ekonominin tasfiyesi için, seçmen vergi mükellefi kılınmalı
5. Kuvvetler ayrımını güçlendirecek bir siyasal örgütlenme benimsenmeli
6. Siyasal özgürlükler ve sivil toplum örgütleri güçlendirilmeli
Hukuki Önlemler:
1. Özel mülkiyet kurumu güçlendirilerek Anayasa’ya sokulmalı.
2. Sözleşme özgürlüğü yanında devletin sözleşmelerin icrasında mesuliyeti tanınmalı
3. Anayasal iktisat kurumları Anayasamıza girmeli.
4. Sosyal devlet ilkesi, sosyal güvenlik ile sınırlanmalı.
5. Hukuk devletinin temel ilkeleri: ‘kanun önünde eşitlik’ ve ‘zulme karşı direnme’ benimsenmeli.
6. Ekonomik özgürlükler artırılmalı
Sosyal Ahlâk Kodu:
1. Sosyal ahlâk kodu, piyasa uyumlu kılınmalı ve öğretilmeli.
2. İş ahlâkı, meslek örgütleri ve odalarca öğütlenmeli ve denetlenmeli.
3. Rant ekonomisinin yani yolsuzlukların kaynağı olan çoğunlukçu demokrasi ve devletçilik tasfiye edilmeli
4. Kayıt dışılığın sosyal ahlâka aykırı olduğu anlatılmalı
5. Piyasa uyumlu bir sosyal ahlâk kodunun, demokrasinin işletilmesi ve uluslaşma için gereği anlaşılmalı.
Sonuç
Türkiye kuşkusuz devletçilik ağırlıklı/karma ekonomiden, piyasa ekonomisine geçmeye çabalayan, ancak bugüne kadar pek başarılı olamayan bir ‘geçiş ekonomisi’ konumundadır. Dahası, bu konuda eski Doğu Avrupa ülkelerinden geri kaldığımız, AB’nin gelişme raporlarından anlaşılmaktadır. Okuyucuların kendileri de, yukarıda anlatılan piyasa ekonomisinin niteliklerini ölçüt alarak; ekonomimizin, ne kadar piyasalaştığını belirleyebilirler. Yukarıdaki çizelgede yer alan hususlar belki sadece önemli görülenler veya sanılanlardır. Dahası, bu geçiş ekonomisi aşamasının tamamlanması, on yıllık bir döneme yani krizle başlayan 2000-2010 aralığına yayılabilir. Yoksulluk, işsizlik ve geri kalmışlıktan kurtulabilmemiz, piyasa ekonomisine geçişle; küreselleşme çağında ekonomimizin rekabet gücünün artırılmasında yani ekonomik israfın önlenmesinde yatmaktadır. Bir başka deyişle, 2000-2010 dönemi, hem Türkiye’nin AB üyeliği ve hem de piyasa ekonomisine geçiş çabalarının realize edilebileceği; Türk Ekonomi tarihinin, en uzun on yılı olacaktır.
Prof. Dr. Güneri AKALIN
H.Ü. Maliye Bölümü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder