3 Temmuz 2007 Salı

2005 e Girerken Türk Ekonomisi

2005'e girerken Türk ekonomisi


Prof. Dr. / Hacettepe Üniversitesi Maliye Bölümü Aksiyon Yayını

Türkiye, istikrar, kalkınma, piyasa ekonomisine geçiş, AB ile bütünleşme şeklinde özetlenebilecek ve iç içe geçmiş dört süreci aynı anda yaşıyor. İstikrar, IMF programı ile makro dengeler sağlanarak başarılabilir.

Piyasa ekonomisine geçiş, AB ile bütünleşme ve kalkınma süreçleri ancak AB’nin desteği sağlanırsa bir çözüme kavuşabilir.

Bu makalede, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı sonbaharından itibaren, son iki yıllık dönemdeki iktisadi gelişmeleri ve gelecekle ilgili beklentileri incelemeye çalışacağız. AKP döneminde iktisadi gelişmelere egemen olan hususlar; öncelikle devralınan IMF programının devamı ve sonra da AB ile üyelik müzakerelerinin başlatılması beklentisi olmuştur. Dahası, bu arada atlatılan Irak krizinin ateşini de unutmamak gerekir. Ancak AKP’nin piyasa ekonomisine yatkın tutumu da; makro ekonomik dengelerin sağlanmasına, katkıda bulunmuştur. Aslında böyle bir dönemin başarılarını ve ve zaaflarını bir çizelge halinde düzenlemek ve tartışmaya buradan başlamak, belki ekonomik durumu özetlemek açısından yararlı olur:

2002-2004 Dönemindeki Makro Ekonomik Dengeler

Olumlu Göstergeler

1.Büyüme hızının yükselmesi

2. Enflasyonun düşmesi

3. İhracat artışının sürdürülmesi

4. Borç stokunun döndürülmesi

5. Kamu açıklarının azaltılması

6. ‘Faiz dışı fazla’ hedefinin tutturulması

Olumsuz Göstergeler

1. İşsizlik ve yoksulluk artışı

2. Yüksek reel faizin azalarak sürmesi

3. Borç stokunun artması

4. Vergi yükünün artması

5. Kamu sektörünün büyümesi

6. Cari işlemler açığının genişlemesi

Makro göstergelere bakılırsa , büyümenin arttığı ve enflasyonun düştüğü bir dönemde hem istikrar hem de kalkınma politikalarının başarılı olduğunu teslim etmek gerekir. Dolayısıyla makro ekonomik dengeler açısından olumlu gelişmelerin ağır bastığını söylemek insaflı bir yaklaşım olur. Bu başarının sırrı nerede saklıdır? Kanımca başarının sırrı şunlarda gizlidir: (a) IMF Programının tutarlılığı ve finansman gücü, (b) AKP iktidarının piyasa ekonomisine yatkınlığı, (c) Doların değer kaybetmesi, (d) AB ile müzakerelerin başlayacağı beklentisi, (e) ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi tehdidinin, Türkiye’nin komşularını dış ticarete ikna etmesi.

Ancak makro dengelerin ötesine geçilirse ‘İstikrar Programı’nın henüz beklenen başarıya ulaştığını söylemek pek mümkün değildir: Zira faiz dışı fazla dolayısıyla vergi yükünün artırılması, kamu sektörünün büyütülmesi anlamındadır. Oysa kamu sektörünün büyüdüğü bir ekonomide iktisadi göstergeler ne olursa olsun, istikrar ve kalkınma programlarının başarılı olduğunu söylemek aşırı iyimserlik olur. Kaldı ki, aynı dönemde borç stoku artıyor ve reel faiz düşmeye karşı direniyorsa, makro dengelerin veya göstergelerin açıklayamadığı yapısal dengesizlikler mevcut demektir.

Yapısal Dengesizlikler:

Ekonomideki yapısal dengesizlikleri: Sabit sermaye yatırımlarının işgücü arzındaki artış karşısında yetersiz kalması yani artan işsizlik ve yoksulluk, seçmen çoğunluğunun (köylü ve esnaf) vergi mükellefi olmaması, köylü ve esnafa gelir transferi yapan KİT’lerin özelleştirilememesi, planlama ve bürokratik kaynak tahsisi, sosyal güvenlik kuruluşları açıkları, kamu açıklarının ve mali disiplinsizliğin sürmesi, tasarrufların teşvik edilmemesi ve mali piyasaların sığlığı, vergi yükünün tasarruf hacminin bir buçuk katını aşması, geçimlik tarımın desteklenmeye devamı, aşırı büyük kamu sektörünü piyasa ekonomisinin taşıyamaması ve kayıt dışı ekonominin artması, nihayet bütün bu ekonomik dengesizliklerin faturası olarak büyüyen bir borç stokunun varlığı olarak sayabiliriz.

IMF Programı makro-dengeleri hedeflediğinden uygulanabilmekte, ancak yapısal dengeler seçmen çoğunluğunun gelir dağılımından alacağı payı azaltacağından başarılamamaktadır.

AKP iktidarı bir bıçak sırtı dengesinde ve içerideki siyasal kuşatma altında gelecek seçimlere kadar zaman kazanmaya çalışmaktadır. Eğer AB ile müzakerelere başlanır ve yabancı sermaye yatırımları veya yardımlar alınabilirse; böylece seçmenin hayat standardı yükseltilebilir yani işsizlik ve yoksulluk azaltılabilir. Dolayısıyla AB yardımı olmaksızın, yapısal reformları iç kaynaklarla finanse etmek ve bunun bir kaosa dönüşmesini önlemek pek mümkün görünmemektedir.

Cari Ekonomik Önlemler :

Makro ekonomik dengelerdeki başarılar; halkı ve geçim düzeyini pek ilgilendirmemektedir. Aksine bu başarının altında ‘faiz dışı fazla’ yani halkın tüketim düzeyinin düşürülmesi yatmaktadır. Hiçbir demokratik ülkede; uzun dönemde halkın, gelir ve tüketim düzeyini artıramayan bir iktidarın seçimleri tekrar kazanması mümkün değildir. Zaten seçimler hangi partinin halkın genel iyiliğini (gelirini) daha fazla artıracağının tespiti için yapılır. Halkın genel iyiliğinin göstergesi ise ‘işsizlik ve yoksulluk düzeyi’dir.

KDV oranlarının düşürülmesi, asgari ücretin artırılması; hep vergi yükü düzeyi korunurken, mevcut yükün yeniden dağılımı ile ilgili hususlardır. Türk halkı, tarihinin en yüksek vergi yükünü taşımaktadır ve bu oran yaklaşık olarak GSMH’nın % 32’sidir. Nitekim günümüzde asgari ücrette vaat edilen artış düşük tutulmak zorundadır. Zira Çin ve Hindistan gibi emek yoğun ülkeler dünya ticaretine girmeye başladığından, başta tekstil olmak üzere mukayeseli avantajlarımızı hızla kaybetmekteyiz.

Özelleştirme ise; başarılı olunmayan bir başka konudur ve piyasa ekonomisine geçilemediğinin bir göstergesidir. KİT’lerin çoğunluğu; TMO, TEKEL, ŞEKER A.Ş., ÇAYKUR, ZIRAAT BANKASI, TİGEM vs. olarak tarımı destekleme politikasının araçlarıdır. Bunların özelleştirilmesi demek köylü (+ esnaf ) gelir düzeyinin düşmesi ve kentlere işsizlerin göçü demektir. Türkiye özelleştirmeyi geciktirerek iktisadi kaosu ötelemektedir. Ancak bu gecikmenin de artan kamu borç stoku türünden bir bedeli mevcuttur. Köylü ve esnaf desteklendiği ve vergi dışı bırakıldığı sürece borç stoku artmaya devam edecektir.

Ne yapılmalıdır?

Türkiye birbirinin içine geçen dört süreci birlikte yaşamaktadır. Bunlar: İstikrar, kalkınma, piyasa ekonomisine geçiş, AB ile bütünleşme (entegrasyon) süreçleridir. İstikrar, IMF Programı ile makro dengeler sağlanarak başarılabilir. Piyasa ekonomisine geçiş, AB ile bütünleşme ve kalkınma süreçleri ancak AB’nin desteği sağlanırsa kesin bir çözüme kavuşturulabilir. Aksi halde gelecek ile ilgili beklentiler gridir. İkiyüzyıldır çözemediğimiz sorunları, önümüzdeki on veya yirmi yılda tek başımıza çözebilebileceğimiz kuşkuludur. Türkiye açısından AB’nin gereği; özellikle piyasa ekonomisine geçiş ve kalkınmada, sermaye ve bilgi desteğini sağlamasıdır. Türkiye, en azından ABD’dekine benzer ve bütün bu sorunlarını ele alabilecek bir ‘ekonomik danışmanlar kurulu’nu hızla hayata geçirmelidir. Aksi halde, temel ekonomi politikası sahipsiz ve sorunlar çözümsüz görünmektedir.

Hiç yorum yok: